Bir Devrim Yapacak Olsanız Bu Ne Olurdu?
- 9
- 2
- 0
- 0
- 0
- 0
Haftanın Cevabı:
Bu soruya cevap vermeden önce sizinle biraz imgesel hapishanelerim hakkında konuşmak istiyorum.
Öncesinde, size şu soruları sorarak başlayayım konuşmama:
İlk ne zaman ayaklarınıza bağlanmış olan zincirlerinizi fark ettiniz?
İlk ne zaman yaşadıklarınızı kefeye koyup ruhunuza verdiği ağırlığı tarttınız?
İlk ne zaman bildiğiniz, farkında olduğunuz gerçekler karşında “işler yolunda” diyerek başınızı dik tuttunuz?
Ve işte sizler imgesel hapishanenize hoş geldiniz.
Şimdi bir de kendime dönecek olursam…
Egenin küçük bir köyünde doğdum. Maddi durumu olamayan ama sobasının üstünden bir demlik çayın hiç eksik edilmediği bir ailem vardı. Şimdi ise geçmişimde geceleri yıldızlara bakıp hayal kurmayı öğrendiğim çardakta, çocukluğumun saf mutluluğu kaldı. Evrenimin hayat ağacı, o asma çardaktaki yapraklar arasından görünen yıldızlar gibi belki de… Küçük köyünde koyun peşinde koşarken okuduğu kitaplardaki yaşamları hayal eden, hayatın, var oluşun sorgusundan habersiz küçük kız çocuğu…
Size küçük bir anımı anlatmak istiyorum. Sekizinci sınıf öğrencisiydim. Şu an ki bende etkisi olduğunu düşündüğüm Türkçe öğretmenim, sınıfa şu soruyu sordu; “Seçme şansınız olsa geçmişe mi yoksa geleceğe gitmek isterdiniz ?” Bu soruya hiç tereddüt etmeden ” Beş Yaşım ” başlığı atmıştım ve yazmaya başladım. İnsan beş yaşını özler mi? Ya da insan 5 yaşında ne yaşamış olabilir ki hayat adına? Ben beş yaşıma çocukluğumu ve huzurumu sığdırmıştım.Daha sonrasında ayaklarıma ilk zincirlerim vuruldu. Beş yaşımda minicik bedenimle kaldırdığım üzüm küfelerin fiziksel yorgunluğu başladı. Yedi yaşından sonra hayat boyu devam edecek olan ve yanlışlıklarla dolu eğitim hayatım, on üç yaşında maddi yetersizliğin verdiği eksiklik duygusu, on sekizimde üstümden atamadığım güzellik kaygısı ve yirmili yaşlarımda varoluşsal sancının verdiği buhran…Bunların kümülatif birleşimden oluşan şu an ki ben… İnsanın şu anını, geçmişinin ayak izleri oluşturur. Şu anıma bakıyorum da bir tarafım hala tükenmemiş, koyun peşinde koşup okuduğu kitapların sayfalarındaki hayallerine sığınmış çocuğu yaşatırken. Diğer tarafım yaşadığı toplumun kısır döngüsünde var olmak için çırpınıp duran yetişkin.
Yetişkinlik, kefeme yaşadıklarımı koyup ruhuma verdiği ağırlığını ölçtüğüm bir dönem. Yetişkinlik, paraya eğmek zorunda kaldığım boynuma karşılık dünya düzenine sergilediğim dik durma çabasının paradoksal entegrasyonudur. Gerçekliğin yüze tokat gibi çarptığı, eksilerin artılaştığı acı bir dönem.Yetişkinliğin en büyük ibarelerinden biri de sanırım bu; birileri tarafından oluşturulmuş sözde ideal devlet düzeni içerisinde, var olmak için çalışmak, hayatımızı devam etmek için temel ihtiyaçlarımızı karşılamak, daha fazlası ile de kendimize konfor alanı oluşturmak..
Daha devamını çekmediğim bu filmin giriş sahnesi bile beni yeterince ürküttü. Dünyanın totaliter rejimi karşında hala sığınmak için zihnimin zindanlarına sakladığım beş yaşıma tutunuyorum. Geceleri çıkartıp tozunu almak iyi gelse de günden güne saman kağıdına yazılmış ve silikleşmiş yazılar gibi onlarda yavaş yavaş yok oluyorlar. Keşke elimde bir sihirli değnek olsa dediğim zamanlar yaşıyorum. Bazen soruyorum kendime dünya adına bir devrim yapabilecek olsam ne yapardım acaba ?
Sorunun yanıtına gelince: Bir devrim yapabilecek olsam beş yaşında bir çocuğun gözünden dünyaya bakar; paranın, menfaatin, çıkar ilişkisinin, hilenin, siyasetin ne olduğunu bilmeyen bir toplum oluşturmak isterdim. “Karşılıksızlığı” topluma ilmek ilmek işlerdim.
-Sibel Süslü-